Bruno Bernardi, Herodot’tan Claude Lefort’a uzanan Demokrasi adlı antolojisine yazdığı “Giriş”te, felsefenin kendisini büyük oranda demokrasinin eleştirisi olarak inşa ettiğini, demokrasi nosyonunun felsefe tarihinde sorunsal bir statüye sahip olduğuna dikkat çeker. Bu uyarı üzerinden bakıldığında Spinoza’nın konumu önemli bir istisna sayılmalıdır. Demokrasi onda bir sorun değil, bir çözüm olarak sunulmuştur; korkuya, hurafeye, eşitsizliğe, tutkular çatışmasına karşı tek olanaklı politik çözüm. Fakat dahası vardır: Spinoza siyaset felsefesi tarihinde eşine pek rastlanmayan biçimde “karma yönetim” formülüne başvurmadan demokrasiyi savunmakla kalmamış, onu aynı zamanda “en doğal” ve “bütünüyle mutlak” yönetim olarak tanımlamıştır. Spinoza demokrasiyi en doğal yönetim olarak tanımlayan ilk filozof değildir; ama bunu olumlu anlamda dile getiren, “doğanın her insana tanıdığı özgürlüğe en yakın olan yönetim” nitelemesiyle perçinleyen ve erken modern dönemde monarşiyle birlikte anılan “mutlak” teriminin anlamını tersine çevirerek demokrasiye yakıştıran kesinlikle odur. Spinoza’nın bu istisnai konumu felsefi bakımdan nasıl anlaşılmalıdır? Onun demokrasi kavramının, felsefi sisteminin bütünüyle bağlantısı nedir? Bu konuşmada bu türden soruları cevaplamaya çalışacağız.
18 Aralık Cumartesi günü saat 20.00’de konuğumuz Araştırma Görevlisi Dr. Eylem Canaslan ve moderatörümüz Siraceddin Kaşgarlı eşliğinde gerçekleşecek “Spinoza ve Demokrasi” başlıklı etkinliğimize hepiniz davetlisiniz!